Laika’yla karşılaşmamın öyküsü...

Share

Laika benim Labrador prensesim. Aslında ona prenses demek oldukça güç çünkü hal ve tavırları, zevk ve heyecanları genelde çamur ve pislikten oluşuyor ama, içinde bir prenses, bir melek uyuyor ve en can alıcı anlarda uyanan bu melek, göz dolduruyor.

Laika’yı Şile’den anne altından almaya gittiğimde, henüz iki buçuk aylıktı. Sahiplenmeden önce birçok araştırma yapmış ve bir Labrador sahibi olabileceğime inanmıştım. İnanmıştım ama, okunanlar, hayal edilenlen ve yaşanabilecek olanlar arasında bu denli fark olabileceğini unutmuştum.

Laika evde her zaman bir prenses oldu; tuvaletini gazeteye yapmayı iki günde öğrendi, eşyaları hiç bir zaman kemirmedi, oynarken süs ve mobilyalara değmemeye özen gösterdi, ilk gün itibariyle kendi yatağında ağlamadan uyudu. Ama evdeki uyumlu iletişimimiz dışarıda bir kopuklukla sonuçlanıyodu; Laika beni duymuyor, uzaklaşıyor ve dürtülerine hiç bir şekilde engel olamıyordu - O ve ben diye bir şey kalmıyordu. Birbirine mecbur zorla biraraya gelmiş yabancılar gibi sürekli birbirimizi zorlar hale gelmiştik. Tasmayla dolaştırırken etrafımızdakilerin “Kim kimi gezdiriyor?” dedikleri, serbest bıraktığım ve diğer köpeklerle oynadığı zamanlarda “Laika nerede?” diye soran ve köpeğinin peşinden koşan biri haline gelmiştim.
Tuğba hanımla iletişime girdiğimizde, olumsuz geçen bir diğer eğitim denemem dolayısıyla oldukça umutsuzdum. Lider konumu aldığınız için komut alabilen bir köpek olmadı Laika hiç bir zaman. Bize başka bir şey, yeni bir şey gerekiyordu. Tuğba hanımı, yanımda yürü komutuyla ilgili zorluklarımla ilgili çağırmama rağmen, kendisi önce köpek-sahip ilişkisiyle ilgilendi. Lider konum değil, iletişimdi önemli olan. Oyun oynamadan öğrenmek de neymiş? Olmazmış, olmazmış gerçekten. Şaşkınlık içerisinde yanımda yürüyü öğretmeden, başka aktivite ve oyunlar dolayısıyla Laika’ya bunları öğrettiğini ve bunu beni dahil ederek yaptığını gördüm. Hareketliliği ve endişesi nedeniyle öğünlerini yemeden yutan Laika’nın, kaygı düzeyinin azaldıkça daha yavaş yemeğe başladığına tanık oldum. Kimse ona bunu öğretmemişti ama iletişim sağlandıkça, her bir adım, her bir yeni deneyim farklı etkiler yaratıyor ve onun daha uyumlu bir köpek olmasını sağlıyordu. Artık Laika serbest bırakıldığında ve çağrıldığında kafasını çevirip bana bakmaya başlamıştı, ben de vardım orada, dürtüleriyle tek başına bir köpek değil, benimle gezen bir Laika olmuştu. Akla gelmeyecek birbirinden farklı komut öğrendi ve bunlardan zevk aldı. Benim için sanırım en zoru, Laika’nın komut alırkenki mutsuzluklarıydı. Kuyruğu kısılıyor, kafası eğiliyordu - ben ise yaptığı şeylerden zevk alan ama benimle olan bir köpek istiyordum. Ben istedim diye oldu değil, birlikte yaptık ve ikimiz de bundan zevk aldık diyebilmek istiyordum. İşte bunu, Tuğba hanım sayesinde yakaladık. Bize öznel bir çalışma sundu, Laika’nın hızına ve zevk alanlarına uygun bir şekilde ilerledik. Laika’nın başlarda ne kadar zor bir köpek olduğunu artık unuttum, yazarken bile hafızamı zorlamaya çalışıyorum, beni bu kadar zorlayan, onu bu kadar mutsuz ve endişeli kılan neydi diye hatırlamaya çalışıyorum.
Belki çok uzun bir yazı, belki de unutulanlar dolayısıyla da çok eksik bir yazı oldu ama, özetlemek gerekirse, kendini iletişime kapatan bir Laika’dan, Tuğba hanımın deyimiyle “Hadi dostum, hadi gel dostum” diyen mutlu ve huzurlu bir Laika’ya dönüştüğünü gözlerimle gördüm, her anını yaşadım diyebilme iç huzuruna sahibim. Evet, sonunda Laika’yla karşılaştım ve evet, ben bir Labrador sahibiyim.

Fiona Faraci
Uzman Klinik Psikolog